25 Ağustos 2010 Çarşamba

3+1

 2003, Nisan. Yer: Yemek Masası., Erbaa

 En iyi bildiği şey yemek yemesiydi. Arkadaşları tarafından ona bu ünvan verilmişti hem çok yediğinden hem de damak tadını bildiğinden. Ne de olsa baba tarafı Gaziantepli'ydi. O bilmesin de kim bilecekti. Hava güneşliydi karşısında annesi oturuyordu hayranlıkla izliyordu biricik oğlunu. Üniversiteyi kazanıp koskoca adam olacaktı. Annesinin yaptığı kuru patlıcan-biber dolmasını götürüyordu bir bir. Yemeğin sonlarına doğru annesi oğlum dedi ismini söylememişti bu kez. Bir gariplik vardı annesi ona hep adıyla hitap ederdi. Ayrandan bir yudum alarak kafasıyla efendim anlamına gelen jesti yaptı.
- Sana birşey anlatmam lazım artık vakti geldi.
- Söyle anne bu arada yemek süper olmuş.
 Bu lafı çok kullanıyordu; "Yemek süper olmuş."
- Afiyet olsun oğlum.
 Bir sorun vardı annesi yine adını kullanmamıştı ona seslenirken. Zaten belliydi birşey anlatmam lazım demesinden. Diyecekleri önemliydi.
- Ee anne anlat hayırdır?
- Ben hamileyim.
 O an bunu duyacağına ölse yeriydi. Kendine göre haklı sebepleri vardı. Koskoca kadın üstelik 3 tane çocuğu vardı biri erkek 2 tane de kızı vardı annesinin. Bu hamileyim demesi de neyin nesiydi şimdi? Durduk yere nerden çıkmıştı bu?
- Nasıl yani?
- Bunu nasıl anlatacağım bilmiyorum ama bir kardeşiniz daha olacak. Bacılarına söyledim onlar anlayışla karşıladı. Senden de aynı şekilde anlamanı bekliyorum.
- Anne sen delirdin mi? Kafayı mı yedin? Kaç yaşındasın? 42 değil mi? Bu nasıl olur? Neyi ispatlamaya çalışıyorsun Allah'ını seversen. Tamam saçmalamışsınız orası ortada ama neden aldırmadın?
 "Neden aldırmadın?" Bu nasıl bir soruydu. Bu soru daha 19'una basmamış biri tarafından sorulabilirdi. Dünyayı çözdüğünü zanneden aptal ve bir o kadar da acınası bir çocuk. Bu çocuk soruyu patavatsızca, ölçüp tartmadan sorabilmişti annesine. Anlamsız geliyordu bu yaşta anne-babasının onlara bir kardeş daha vereceklerini bırak kabullenmeyi böyle bir durumu kabullenemiyordu bile. Nasıl yaşayacaktı bu utançla. Elalem ne diyecekti ailesine koca yaşta çocuk yapmışlardı. Hiç mi utanması yoktu ailesinin? Amaçları neydi? Bundan sonra "3+1" mi olacaklardı?
 Bu sorular zihninde oksijen harcarken elindeki çatalı gayr-i ihtiyari olarak fırlattı masaya. O sertlikle atılan çatal masadan sekip yere düşmüştü.
 - Ama oğlum...
 - Bana oğlum falan deme bundan sonra sizin çocuğunuz olarak yaşayacağıma ölürüm daha iyi!
 Annesinin gözleri dolmuştu az önce hayranlıkla izlediği biricik oğlu onlardan utandığını haykırıyordu. Dokunsalar ağlayacaktı. Yutkundu tekrar toparladı son bir kez ama oğlum dedi. Yok... Devam edemeyecekti artık gözlerinde tuttuğu yaşlar artık dayanamamıştı bu dirence ve süzülmeye başlamıştı. Sadece iki kelime kurabilmişti; "Ama oğlum..." Ağlıyordu hüngür hüngür.
- Cinsiyeti ne peki!?
- Erkek..
- Helal olsun!
 Çocuk kalktı masadan bir hışımla hiç utanmanız yok değil mi dedi tekrar ve tekrar. Annesi kalmıştı öylece masadan gözlerinden hala yaşlar süzülüyordu belliydi o da pek memnun sayılmazdı bu durumdan. Gözü yerdeki çatalda öylece kalakaldı, ağladı, ağladı. Aylardır ağlıyordu ta ki çocuğu aldırması için geç kaldığını doktor ona söylediği andan beri.
 - Aferin size bu utançla beni yaşatacaksınız.
 Dedi ve çıktı evden. O gün keşke dünyanın sonu olsaydı ya da ölseydi de kurtulsaydı şu saçma sapan şeyi öğrenmekten elbette daha iyiydi.
 Çarşıya indi kendi kendine konuşarak. Sinirini atmaya çalışıyordu. Arkadaşlarına anlatacaktı birazdan bu durumu. Nasıl anlatacağını bilmiyordu henüz. Direk söyleyecekti en iyisi buydu.
- Hacı size birşey söyleyeceğim lan.
- Ne var la bomba?
 Arkadaşları ona öyle hitap ediyordu. Karşıdan bakınca bir bombayı andırıyordu. Hatta bomba kelimesindeki "m" harfi de düşmüştü zamanla, "Boba" olmuştu bu lakap.
- Hacı annem hamileymiş lan.
- Oo hayırlı olsun lan bomba. Erkek mi kız mı hacım?
- Lan neresi hayırlı hacı bu yaşta çocuk mu olur hiç utanmamışlar mı? Bu nasıl bir aile ya. Kafayı yedirtecekler bana bu yaşta en sonunda. Erkekmiş.
- M.E. sen aptal mısın oğlum? Sana ne lan gerizekalı mısın sen? Mal yav bu bomba. Sana ne oğlum anası belli babası belli sana mı soracaklar? Hem sen kimsin ki?
 "Sana ne oğlum anası babası belli sana mı soracaklar?" bu cümle beyninde yankılanmıştı. Aslında olayı hiç de bu tarafından düşünmemişti. Doğru ya anası belli babası belli ona mı soracaklardı? Galiba arkadaşları haklıydı. Çok ileri gitmişti. Patavatsızca konuşmuştu, fütursuzca adeta.
                                                
                                                           * * *
2003, Haziran 20. Yer : Kahvehane, Erbaa

- Koz ver... Koz ver...
- Koz da bitti. Şimdi ne yapacaksın lan?
 O sıralarda batağa sarmışlardı. Sınav da geçmişti. Rahatlardı artık. Gayet zevkli oyun çevirirken telefonu çaldı. Arayan kardeşiydi.
- Abi annem doğum yaptı. Kardeşimiz oldu hadi gel çok sağlıklı annem de iyi ufaklık da.
- Harbiden mi? Oda numarası kaç?
 Telefonu kapattı. Yüzünü garip bir sevinç aldı.
- Lan geldi!
- Kim geldi boba?
- Ufaklık lan.
 "Ufaklık lan" derken elini sandalye hizasında tutuyordu. Anlatamıyordu durumu sevinçten. Dili tutulmuştu adeta elini sallıyordu arkadaşları anlasın diye. Ufaklık işte.
- Oğlum delirdin mi? Ne ufaklığı?
- Ufaklık işte... Kardeşim oldu. Ufaklık...
- Valla mı lan oo hayırlı olsun hacı.
 Tebrikleri alıyordu arkadaşlarından. Mutluydu, saçma-salak gülüyordu sadece oyun da devam ediyordu bu arada.
- Lan hadi kalkıp gitsene!? Bomba?
- Dur lan şu el bitseydi.
- Mal yav lan siktir git!
- Mal...
- Aptal yav bu bomba.
- Gerizekalı kalk lan!
 Ne yapacağını bilmeyen çaresiz biri gibi kalktı batak masasından gömleğini düzelterek. Ne zaman ayağa kalksa gömleğini düzeltirdi. Önce çiçek yaptırmalıydı zaten yol üstündeydi çiçekçi. Bunu o anda düşünmemişti ama planlamıştı. O gün geldiğinde çiçek yaptıracaktı ve o gün de o gündü. 20 Haziran.

                                                  * * *

2003, Mayıs. Yer : Ev, aile meclisi

 Abi hadi sen de bir isim söyle kardeşimize isim bulmamız lazım dedi en küçükleri.
- Hamza...
- Tamam Hamza'yı da yazıyorum o zaman ben Yiğit yazacağım.
- Hamza olacak. Çekilişte çıksa da çıkmasa da!
 Herkes bir isim yazmıştı. Annesi hariç. Babası "Ömer Faruk" yazmıştı. Diğer kız kardeşi de "Furkan" yazmıştı ve Furkan çıkacağından çok emindi. Zira günlerdir Furkan'a şunu aldım anne diye aldığı şeyleri sayıyordu.
- Evet seç anne hangisi?
 Annesi elini kayıtsızca kağıtların ecük-bücük katlandığı kağıtların arasına attı. Seçti bir tanesini: "Bu."
 Kardeşi hemen atladı, bir çırpıda kaptı annesinin elinden kağıdı. Buruş buruş katlanmış kağıdı yırtılma riskini umursamayaraktan aceleyle açtı. Önce bir kahkaha patlattı. Sonra ablasının yüzüne baktı sanki ablasının seçtiği isim olan "Furkan" değil de kendi seçtiği "Yiğit" çıkmıştı. Abileri onların bu gizli rekabetine pek de aldırış etmedi çekilişten ne çıkarsa çıksın sonucta yeni doğacak kardeşlerinin adı "Hamza" olacaktı. O seçmişti çünkü. Abileriydi, evin biricik oğlu, saltanatını doğacak olan erkek kardeşine devrederken kendi seçtiği isim olmayacaktı da başkası mı olacaktı? Hem buna kim itiraz ederdi ki?
- Abi! Hamza çıktı. Hayırlı olsun.
 Sonuç belliydi ama demokratik bir karar olmuştu. Daha da çok işine geldi bu durum. Demokratik bir oylamayla herkes kabul etmişti bu ismi.

                                                     * * *

2008, Ekim. Yer : Ev, Gaziantep

- M.E. oğlum bu çocuğun ateşi var. Hastaneye götürelim.
- Anne çocuk bu işte daha 6 yaşında bile değil ateşlenmesi normal. Götürün babamla.
 Babası hayıflanaraktan uykusundan uyandı. Üstünü giydi, dolaptan arabanın anahtarını aldığı gibi sen getir Hamza'yı dedi annesine ve kapıyı açıp çıktı.
- Beni arayın doktora gidince.
 Telefon çalar sabaha kadar tutacaklarmış burada der annesi telefonda ağlamaklı bir sesle. İşin garip yanı bu çocuğu 4 gün önceden de doktora götürmüşlerdi ve ilaçlar pek de bir işe yaramamıştı, düşmüyordu işte lanet ateş.
 Gecenin 3'ünde bir telefon daha gelir annesinden sabah erkenden gelmesini söyler durum kötüymüş. Anne ne oldu, ne durumu, ne kötüsü? Sen sabah gel der annesi ağlayarak.
 Sabah bir türlü olmaz. Düşüncelere gider aklı ama düşündükçe zaman geriye sarar adeta. Ne olmuş olabilir ki? Annesi her zamanki evhamlı haliyle durum kötü demiştir kesin. Zaten hep öyledir bütün anneler. Hepsi evhamlı, hepsi telaşlı.
 Hiçbir şey yemeden üniversite hastanesine giden otobüse biner. Duaya başlamıştır zaten çoktan. Zira duaya çok ihtiyacı olacaktı hem de herşeyden çok...
- Doktor birşeyler dedi lenfomadan şüpheleniyorlarmış.
- Lenfoma mı?
 Lenf kanseri der annesi hüngür hüngür ağlarken gözleri gece boyu ağlamaktan kıpkırmızı olmuş adeta sanki yıllardır oradaymış gibi yıpranmış, yaşlanmış, çiziklerine çizikler eklenmiş.
 Doktora gider hemen koşa koşa o esnada babasını görür hastanenin acil girişinde bir eli cebinde bir eli de yüzünde düşünceli düşünceli ama bir o kadar da anlamsızca kirli sakalını kaşıyor. Doktora sorar telaşlıca hiç uzatmadan,  ben Hamza K.'nın abisiyim. Durumu ne? Hastalığı falan?
- Gece ultrasona soktuk ve lenf nodları 1.1 cm çapında çıktı. Şimdi bunları söylemek için çok erken ama "lenfoma"dan şüpheleniyoruz. Ancak boyun bölgesinde herhangi bir şişlik olmaması bizim için umut verici.
- Peki ne yapacaksınız şimdi? Tedavisi nedir bekleyecek miyiz?
 Alalacele sormuştur soruyu o an aklı başında değildir o an. Sonucu görmek ister çünkü test yaptık ve birşeyi çıkmadı lafını işitmek ister.
- Bekleyeceğiz. 10 gün sonra tekrar ultrasona girecek o zamana kadar burada kalacak.
 Kardeşinin yanına gider vakit kaybetmeden. 3'e artı 1 gelen biricik kardeşi... Hamza'sı.
- Abi iğne yaptılar bana. Bir de kanımı aldılar hem de 3 tane.
 Erkek adamsın lan kız gibi ağladın mı yoksa? Der yüzüne zorla bir tebessüm katmaya çalışarak.
- Agladım ama az.
 Acil katında bir yatakta Hamza ve ailesi. Doktora sormuştur 10 gün burada kalacaksak bizi bir odaya çıkarın bari burada perişan olacağız. Gelen giden çok... Ancak cevap ani ateş yükselmesinden dolayı müdahalenin hızlı olması ve sık sık bu durum yaşanacağından acil katının daha kullanışlı olmasıydı.
 Düşüncelerdeydi, neler oluyordu hayatında? Hep televizyonda ya da internette gördüğü o kanser haberlerinin bu sefer karşısında değil içinde mi olacaktı? Dua ediyordu devamlı, arkadaşlarına da bu durumu haber vermişti. Onlar da dua ediyordu. Bütün arkadaşları ya okuduğu üniversitenin şehrinde ya da Erbaa'daydı maalesef sadece arayabiliyorlardı. Dua etmekten başka bir seçenek yoktu henüz. O yüzden herkes dua etmeliydi, çünkü çok ihtiyacı olacaktı duaya...